26 Mayıs 2012 Cumartesi

İzmir'den Efsane Geçti

17 Mayıs akşamı Buzbağ Şarapları'nın İzmir'deki "Efsane Gurmelerini Arıyor" etkinliğine davetliydik. Sevgili Zeynep Braggiotti'nin moderatörlüğünde,  Kayra Wine Center müdürü ve şarap eğitmeni Cüneyt Bey’in eşsiz ve bilgilendirici sohbeti eşliğinde Buzbağ'ın nefis şaraplarını tatmak fırsatı bulduk.

Anadolu'nun üzümlerinin yine Anadolu'nun diğer lezzetleri ile uyumunu keşfederken aynı zamanda şarap tadımının bazı detaylarını da öğrendik.

Benim gibi, son zamanlarda dikkatini zeytinyağı tadımı üzerine yoğunlaştırmış biri için çok farklı aynı zamanda bir o kadar da keyifli bir tecrübeydi doğrusu. Zeytinyağı'ndan farklı olarak şarap tadımı gözle - gözlemle başlıyor her şeyden önce... Cüneyt Bey'in anlatımı ile tıpkı doğada olduğu gibi... Şarabın rengi ve berraklığı, kalitesi hakkında pek çok bilgi verebiliyor. Zeytinyağında tortu tazeliğe gönderme yaparken, şarapta olgunluğun göstergesi olabiliyor mesela... 

Görsellik adımını geçtiğimizde iki efsanevi sıvı aynı önemli noktada buluşuyor: KOKU

İlk burunda olduğu kadar nazal kanallardan alınan koku da ağzınızdaki sıvı hakkında çok farklı bilgiler veriyor. Yine dil üzerindeki farklı alanların kullanımı söz konusu şarapta, dikkatin dil üzerinde daha fazla yoğunlaştırılması gerekiyor. Sanırım bu yöntemi zeytinyağı tadımlarımda da kullanacağım bundan sonra.

Her tadım ayrı bir yolculuk, her tadım farklı bir deneyim, her deneyim bir ilerleme ve uzmanlığa giden patika... Tıpkı zeytinyağında olduğu gibi şarap da farklı derinliği olan bir konu, insanlar yıllarını veriyor tanımak, tanışmak, anlamak için... Bu anlamda şarap tadımına ufak bir başlangıç yapmış olduk en fazla...

Nazik ev sahipliği içi Zeynep Hanım'a, engin bilgilerinden faydalanmamız lütfunda bulunduğu için Cüneyt Bey'e ve bu keyifli organizasyon için Buzbağ Marka Müdürü Ahmet Yüce'ye teşekkür etmek istiyorum. İtalyanların deyimi ile "olio nuovo, vino vecchio"dan ileri geçebilir miyim bilemiyorum ilerleyen yıllarda. Yıllar içinde zeytinyağı üreticilerinin de bu tatta aktiviteler üretmesini temenni ediyorum.

Teşekkürler Buzbağ

8 Mayıs 2012 Salı

Koku ya da İlk Gençliğim’den İstanbul Anıları


Yıllar önce, ilk gençliğimde İstanbul’da Anadolu Yakası’nda Beyaz Leylaklı sokakta oturmuştum bir yıl kadar… Leylakların baş döndürücü kokusu ile tanışmam bu dönemde oldu. Tabii ki daha önce de koklamıştım leylakları, ama onların işbirliği içinde, insanın aklını başından alan, denetimsiz kokularını bu sokakta yaşadım demeliyim, daha doğrusu.

Nisan – Mayıs aylarında başlayan bu çılgınlık, mevsim yaza döndüğünde yerini ıhlamurların baygın kokusuna bırakırdı sokağımızda.  Sanki kısa boylu, şeytani leylakların yanında daha ayakları yere basan ıhlamur ağaçları mevsim değişip havalar ısındığında akıllarının bir karıştan çok daha fazla havada olduğunu ispatlamak istercesine patlatırlardı çiçeklerini… Ve o güzelim ıhlamur çiçekleri, sanki bütün sene rayihalarını içlerinde tutmuş da, aylarca leylakları kıskançlıkla takip etmişler gibi salardı kokularını yol boyunca… Hele gün akşama döndüğünde kendinizden geçmeden adım atamazdınız sokakta… Her bir adım farklı bir deneyim olur, hayaller içinde ilerlerdiniz… Eve mi gidiyorsunuz, masal dünyasına mı karışırdı kafanız daha birkaç adım içinde…
Bundan mıydı acaba, her defasında ekmek almayı unutuşum eve dönerken, kim bilir?

Geçen zaman içinde, ben İstanbul’u terk ettim, Ege’de buldum kendimi… Hiç özlemedim İstanbul’u ilk başlarda. Portakalların, limonların çiçeklerine bıraktım bahar sevincimi… Yaseminlerin çılgınlığı, melisaların arsızlığı ile oyaladım yaz gecelerimi. Sonra bir ilkbahar sabahı erguvanları aramaya başladı gözüm ağaçlar arasında…  Necati Cumalı’nın Güneş Özlemi şiirindeki deli erguvanlar, yüreğimdeki bahçede ilk başını gösteren anıydı İstanbul’dan… Fark ettim ki, Ege’de de aynı derecede deli tüm erguvanlar, yatıştı yüreğim…
Yine de köydeki bahçemde, her türlü meyve ağacının arasında, manzaramın göz ucundaki erguvan ağacı hepten su serpti içime… Lakin bir süre… Bir süre sonra bahçemde olmayan iki ağacı daha fark ettim… Beni o ilk gençliğime götürecek iki yaramazı… Leylak ve Ihlamur tabii ki…

Derhal, ikisine de birer yer açtım bahçemde, tıpkı yüreğimde paylaştıkları yer gibi… Sonra da yeşermeye bıraktım o umutları bahçenin iki ayrı yakasında…
Nihayet bu sene, gözünün içine baktığım iki yürek sürgünümden ilki, yani leylaklarım coşturdu beni, kendi çiçeklenişi ile… Öylesine güzel, öylesine çılgın, öylesine vurdumduymaz…  Sanki hiç umrunda değilmiş de, öylesine salıvermiş gibi gönlündekileri…

O leylakları kokladıkça daha bir anladım, Alman yazar Patrick Süskind’in Koku (das Parfum) isimli ilk romanındaki (Can Yayınları, ISBN: 9789755100593) kahramanı Jean-Baptiste Grenouille’in deliliğini, hepsi benim olmalıydı o kokuların, sonsuza kadar… Parfüm yapımını mı öğrenmeliyim?

Evet, sevgili minik ıhlamur ağacım, şimdi gözüm senin üstünde… Öyle fütursuzca bakma bana… Adım adım yaklaşıyor senin de zamanın… 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...