Yıllar önce,
ilk gençliğimde İstanbul’da Anadolu Yakası’nda Beyaz Leylaklı sokakta
oturmuştum bir yıl kadar… Leylakların baş döndürücü kokusu ile tanışmam bu
dönemde oldu. Tabii ki daha önce de koklamıştım leylakları, ama onların
işbirliği içinde, insanın aklını başından alan, denetimsiz kokularını bu
sokakta yaşadım demeliyim, daha doğrusu.
Nisan –
Mayıs aylarında başlayan bu çılgınlık, mevsim yaza döndüğünde yerini
ıhlamurların baygın kokusuna bırakırdı sokağımızda. Sanki kısa boylu, şeytani leylakların yanında
daha ayakları yere basan ıhlamur ağaçları mevsim değişip havalar ısındığında
akıllarının bir karıştan çok daha fazla havada olduğunu ispatlamak istercesine
patlatırlardı çiçeklerini… Ve o güzelim ıhlamur çiçekleri, sanki bütün sene
rayihalarını içlerinde tutmuş da, aylarca leylakları kıskançlıkla takip
etmişler gibi salardı kokularını yol boyunca… Hele gün akşama döndüğünde
kendinizden geçmeden adım atamazdınız sokakta… Her bir adım farklı bir deneyim
olur, hayaller içinde ilerlerdiniz… Eve mi gidiyorsunuz, masal dünyasına mı
karışırdı kafanız daha birkaç adım içinde…
Bundan mıydı
acaba, her defasında ekmek almayı unutuşum eve dönerken, kim bilir?
Geçen zaman
içinde, ben İstanbul’u terk ettim, Ege’de buldum kendimi… Hiç özlemedim
İstanbul’u ilk başlarda. Portakalların, limonların çiçeklerine bıraktım bahar
sevincimi… Yaseminlerin çılgınlığı, melisaların arsızlığı ile oyaladım yaz
gecelerimi. Sonra bir ilkbahar sabahı erguvanları aramaya başladı gözüm ağaçlar
arasında… Necati Cumalı’nın Güneş Özlemi
şiirindeki deli erguvanlar, yüreğimdeki bahçede ilk başını gösteren anıydı
İstanbul’dan… Fark ettim ki, Ege’de de aynı derecede deli tüm erguvanlar,
yatıştı yüreğim…
Yine de
köydeki bahçemde, her türlü meyve ağacının arasında, manzaramın göz ucundaki
erguvan ağacı hepten su serpti içime… Lakin bir süre… Bir süre sonra bahçemde
olmayan iki ağacı daha fark ettim… Beni o ilk gençliğime götürecek iki
yaramazı… Leylak ve Ihlamur tabii ki…
Derhal,
ikisine de birer yer açtım bahçemde, tıpkı yüreğimde paylaştıkları yer gibi…
Sonra da yeşermeye bıraktım o umutları bahçenin iki ayrı yakasında…
Nihayet bu
sene, gözünün içine baktığım iki yürek sürgünümden ilki, yani leylaklarım
coşturdu beni, kendi çiçeklenişi ile… Öylesine güzel, öylesine çılgın, öylesine
vurdumduymaz… Sanki hiç umrunda değilmiş
de, öylesine salıvermiş gibi gönlündekileri…
O leylakları
kokladıkça daha bir anladım, Alman yazar Patrick Süskind’in Koku (das Parfum) isimli
ilk romanındaki (Can Yayınları, ISBN: 9789755100593) kahramanı Jean-Baptiste
Grenouille’in deliliğini, hepsi benim olmalıydı o kokuların, sonsuza kadar…
Parfüm yapımını mı öğrenmeliyim?
Evet,
sevgili minik ıhlamur ağacım, şimdi gözüm senin üstünde… Öyle fütursuzca bakma
bana… Adım adım yaklaşıyor senin de zamanın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder