31 Ocak 2012 Salı

Zeytinlik



Kurşunî yapraklar altında çıktı yukarlara 
kurşunî hep ve zeytinliklere karışırcasına; 
toza belenmiş alnını gömdü sonra 
kızgın elinin tozluluğuna. 

Hepsinden sonra bu. İşte buydu sonu. 
Gözlerim körleşirken gitmeliyim ben; 
neden istiyorsun bunu, var olduğunu 
neden söyliyeyim, seni artık bulamazken. 

Artık bulamıyorum seni bende, hayır. 
Başkalarında da. Bu taşta da yoksun sen. 
Artık bulamıyorum seni. Yalnızım ben. 

Bütün insanlığın acısıyla yalnızım, 
onu seninle hafifletmek için omuzlamıştım; 
oysa yoksun, adsız utanç, sen... 

Sonradan anlatıldı: “Bir melek geldi derken...” 

Ne meleği? Ah geceydi gelen 
ağaçlarda yaprakları ilgisizce kımıldatarak. 
Havarilerse düşlerinde sıçradılar ancak. 
Ne meleği? Ah geceydi gelen. 

Görülmemiş bir gece değildi gelen gece; 
onun gibi yüzlercesi geçip gider. 
Sonra köpekler uyur, taşlar durur öylece. 
Ah yaslı bir gece, ah herhangi bir gece 
tekrar sabahın olmasını bekleyen. 

Melekler böyle yakaranlara gelmez çünkü, 
geceler genişlemez bunların çevresinde. 
Kendini kaybedenleri her şey bırakır yüzüstü; 
babalar onları terkederler, 
kapanır onlara analar rahmi de. 

Rainer Maria Rilke 
(Çev: A.Turan Oflazoğlu)

29 Ocak 2012 Pazar

İzmir On The Rocks


Yazılarımı yayınlamaya başlayan bir diğer mecra da www.izmirontherocks.com. Ayhan Sicimoğlu, Kerem Görsev, Stefanı D'Anna, Oğuz Makal gibi isimlerin fikirlerini paylaştığı sitede artık benim de yazılarımı okuyabilirsiniz.

İşte ilk yazım:


Afiyetle okuyun ve keyifle tabii... 

Artık Zinde Türkiye Dergisi'ndeyim...


Son zamanlarda bazı gelişmeler oluyor. Blog ve FB'taki yazılarımı takip eden Zinde Türkiye Sağlıklı Yaşam ve Spor Dergisi'nin yazarı oldum.

Evet, uzun süredir yazıyorum. Bloglarımda belli sayıda takipçilerim var. Yine de amatör yazılarımın beğenilmesi ve yayın boyutunda değerlendirilmesi gururumu okşadı...

Sizler de keyifle okursunuz umarım:


Zeytinyağının Kalitesini Ölçmek İçin: Tadım


Sevgiyle,
Bahar

25 Ocak 2012 Çarşamba

Bu arada battaniye...

Kısmet demiştim, işte çektim. İlk battaniyenin fotoğrafını paylaşıyorum.

Sevgiyle,

Doğanın vaadi

Aslında söyleyecek fazla da birşey yok, fotoğraflar kendileri anlatıyor zaten... Aylardan ocak ve doğa daha şimdiden müjdeliyor bize baharın geldiğini... Tabii ki ilk ses veren Aziz Nesin'in meşhur aptal arkadaşı BADEM ağacı... Kabarmış tomurcukları ile patlatma vaadinde ilk bahar çiçeklerini, bir yarışmaya katılırcasına... Tatlı tatlı gülümsüyor yağan yağmura rağmen mutlu halinden.
 


 Bahçeyi biraz dolaşınca leylak ve ıhlamurun da aynı hazırlıklara çoktan başlamış olduğunu fark ettim. Hatta leylak sanki bademden kapacak bu sene birinciliği gibi görünüyor.


 Son 2 fotoğraf ise gül ve papatyalardan... Gül yeni sürgünleri ile merhaba derken papatya da artık sonbaharın son çiçeklerinden midir ilkbaharın ilklerinden mi bilinmez çiçeğini açma telaşında...

Doğa bu her zaman hazır vermeye. Ne güzel.

Arkadaşım Badem Ağacı


Sen ağaçların aptalı 
Ben insanların 
Seni kandırır havalar 
Beni sevdalar 
Bir ılıman hava esmeye görsün 
Düşünmeden gelecek karakış.. 
Açarsın çiçeklerini .. 
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü... 
Bir güler yüz bir tatlı söz.. 
Açarım yüreğimi hemen 
Yemişe durmadan çarpar seni karayel 
Beni karasevda 
Hem de bilerek kandırıldığımızı 
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza 
Koş desinler bize şaşkın 
Sonu gelmese de hiç bir aşkın 
Açalım yine de çiçeklerimizi 
Senden yanayım arkadaşım 
Havanı bulunca aç çiçeklerini 
Nasıl açıyorsam yüreğimi 
Belki bu kez kış olmaz 
Bakarsın sevdan düş olmaz 
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama 
Vur kendini sen de bu güzel havaya


Aziz Nesin



21 Ocak 2012 Cumartesi

Köyde bir pazar sabahı

Yaşasın yine pazar geldi, sabah köyde uyanmanın, güneşi üzerime doğurmanın vakti geldi. Önceleri eşim fark etti, ben o zamanlar daha şehri özleme telaşındaydım sanırım, sabahları daha net uyanıyor insan köyde. Nasıl net, yani biraz daha zinde, biraz daha dinlenmiş, biraz daha farkında sanki varlığının... Şehir gürültüsünden, hava kirliliğinden uzakta olmanın bir getirisi olabilir bu. Ya da gündelik telaş beklentisinin azlığından olabilir.

Köy benim için bir anlamda mahrumiyet bölgesi, dağ başındayım, atlayıp gitme imkanım yok, vasıta yok. Ama işte sanırım bu sebepten, içimdeki "yetişme" hissini bitirebildiğim zamanlarda dingin bir huzur da getiriyor.

Kışın bu vaktinde bahçede bir iş kalmadı haliyle, belki biraz ot bulunup toplanabilir, biraz ısırgan biraz da iğnelik. Yapılacak işler biraz temizlik, bir iki tencere yemek, bir de sobaya odun atmak... Onun dışında mırıl mırıl bir gün işte... Oğlumun kazağı bitti, yoğun istek üzerine 2. battaniyeye başladım. Artık yünleri değerlendirme projesi olarak başlayan ilk battaniyemiz çok keyifli bir sıcaklık oldu evde, bir tane de köye lazım haliyle... 3-5 artık yün birikmiş ama daha çok yeni alınacak, çare yok, istek çok. Bir fotoğrafını çekip koymalıyım buraya ilk battaniyenin biliyorum. Kısmet...

İstanbul'dan buraya göçtüğümüzde bize imrenen çok arkadaşımız oldu. Biraz da gururla anlatıyorduk o sıralar maceramızı, aradan 8 seneden fazla zaman geçti İzmir'e yerleşeli, köydeki evin mazisi de 3,5 yıla geldi sanıyorum. Oğluşun okulu ile gittikçe kısalan vakitlerde kalabiliyoruz köyde, ama gittikçe daha saf, daha yürekten oluyor bu süreler.

Artık çaydanlık sobanın üstünde, çamaşırlar telinde asılı, hala vazgeçemediğim/ vazgeçemediğimiz laptop'umuzdan müzik çalıyor, oğlum resim yapıyor masada, ben de elimde şişler örgü örüyorum. İşte ortalama bir pazarımız böyle geçiyor. Açık mutfağın nimetleri, bir yanda tıkırdayan tencerenin sesi, belki bir yanda cama konan bir kuşun cıvıltısı oluyor.

Babamız hasatta, zeytin topluyor, heyecanla bekliyoruz yeni yağlarımızı tatmak için. Her sıkılan partiyi özenle tadıp sınıflıyoruz beraberce...

Şubat tatili de geldi, biraz daha uzatabileceğiz keyfimizi bu hafta, birkaç gün hasata da gideriz oğluşla, yardım ederiz babamıza... Ne güzel...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...